Boşanma Davalarında sıkça sorulan sorular

Boşanma Davalarının SSS

Davayı hangi tarafın açması neticeyi değiştirir mi?

Boşanma davasında davranışları ile evliliğin son bulmasına sebep olan taraf kusurludur. Boşanma davasını erkek veya bayanın açması neticeyi değiştirmez. Boşanma davasında kusursuz veya daha az kusurlu olan taraf lehine hüküm elde edecektir.

Çocukların velayetini alabilir miyim?

Halk arasında dolaşan erkek çocuk anneye, kız çocuk baya vb deyişlerin velayet bakımından hiçbir değeri yoktur. Velayet konusunda eşlerin talep ve beklentilerinden ziyade çocukların geleceğe yönelik menfaatleri dikkate alınır. Bunun yanında anne bakımına muhtaç olma diğer eşin kusurlu fiillerinin niteliği (zina vb) de velayet bakımından önem arzeder.

Boşandıktan sonra hemen tekrar evlenebilir miyim?

Boşanma kararının kesinleşmesi ile erkek beklemeksizin yeniden evlenebilir. Fakat kadının bekleme müddeti olan 300 günlük sürenin bitmesini beklemesi gerekir. Hamilelik olmadığının doktor raporu ile tespit edilmesi ile hakim kararı ile bu süre kısaltılabilir, sonlandırılabilir.

Boşandıktan sonra eşimin soyadını kullanmaya devam edebilir miyim?

Boşanmakla kadın eski soy ismini kullanmaya başlar. Boşandığı eşinin soy ismini kullanması da Aile mahkemesi hakiminin iznine bağlıdır.

Tek celsede boşanma olur mu?

Taraflar 1 yıldan uzun zamandır evli olup boşanmadan sonra velayet, nafaka, tazminat ve eşya gibi konularında anlaşmışlarsa tek duruşmada boşanma kararı alınabilir. Aksi durum da süreç uzayacaktır.

Boşanma davam için avukat tutmalı mıyım?

Boşanma davanızı bir avukatın hukuki yardımı olmadan da açabilirsiniz. Ancak yargılama sürecinde hak kaybına uğramamak açısından hukuki yardım almanız da yarar vardır.

Eşim boşanmak istemez veya duruşmalara katılmazsa boşanamaz mıyım?

Eşinizin boşanmayı kabul etmemesi neticeye etkili olmayacaktır. Önemli olan eşinizin kusurlu davranışları ile evliliği yaşanamaz hale getirdiğini ispatlamaktır. Bu sebeple eşinizin duruşmalara katılmaması veya katılıp ama boşanmak istememesi yada boşanmayı maddi beklentilerinin karşılanması karşılığı kabul etmesi neticeyi değiştirmez. Eşinizin kusurlu davranışlarını ispatlamalısınız.

Boşandıktan sonra eşime nafaka ödermiyim.

Eşinizin boşanma sonucu yoksulluğa düşecek olması halinde nafakaya hükmedilir. Bu nafaka eşinizin gelir getirecek bir meslek icra etmesi veya tekrar evlenmesine kadar devam eder. Velayetlerinin eşinizde kalması durumunda çocuklarınız içinde iştirak nafakası ödemek durumunda kalırsınız.

İşsiz de olsam hakim nafakaya hükmeder mi?

Nafaka takdir edilmesi bir mesleğiniz veya geliriniz olmasına bağlı değildir. İşsiz de olsanız nafaka ödemekle yükümlü tutulursunuz.

Ücret Garanti Fonu

İş sözleşmesinin taraflarından olan çoğunlukla işveren karşısında mevzuat ve yargılama sırasında korunan işçi lehine bir düzenleme de Ücret Garanti Fonu Yönetmeliği ile getirilmiş bulunmakta.

Meslektaşımızın sıklıkla karşılaştığı bir durum olan işverenin iflas etmiş veya aciz halinde olması halinde çoğunlukla elimiz kolumuz bağlıdır. Bu halde işçi kıdem tazminatları gibi fesihten doğan alacakları ile ücret alacaklarını da alamamış durumdadır.

Ancak aciz halinde bir işverene karşı açılacak bir dava; davacıya ilave külfet ve vekile de beyhude emekten öteye bir fayda getirmemektedir.

Yönetmelik ile getirilen düzenleme; en azından ücret alacaklarının karşılanması sonucunda çalışana bir tatmin sağlamaktadır. Yönetmelik 1999 yılında yayınlanmış olsa da henüz uygulamada yeterince bilinmemekte olduğundan yönetmelikten kısaca bahsetmek uygun olur fikrindeyim.
27272 sayılı ücret garanti fonu yönetmeliği ile işçinin ödenmemiş 3 aya kadar olan ücret alacakları fon tarafından karşılanmaktadır. Ancak bunun için işverenin 4a maddesinde sayılan
• konkordato ilan etmesi,
• işveren için aciz vesikası alınması,
• iflası, iflasın ertelenmesi nedenleri ile işverenin ödeme güçlüğüne düştüğü hallerin gerçekleşmiş olması şarttır. (4/a)

Yönetmelik ile İK 105/1 de bahsedilen ve doktrinde muvakat aciz vesikası olarak adlandırılan haciz tutanakları da kapsam dahilinde bulunmaktadır (8a)

Ödenemeyen son üç aylık ücretin karşılanması için yönetmeliğin 8a maddesinde sayılan belgeler ile birlikte İŞ-KUR başvurmak gerekmektedir. Hizmet akdinin devam ediyor ve sonlanmış olmasına bakılmaksızın ödeme yapılabilmektedir.

Yönetmeliğin tam metni: ÜCRET GARANTİ FONU YÖNETMELİĞİ

6100 sayılı HMK,Adli Yardım ve gider avansı

6100 sayılı HMK nın yürürlüğe girmesinden sonra HMK 120 maddesi gereği peşin olarak yatırılmak zorunda olunan harçlar toplumun tamamında tartışmaya sebep oldu.

Avukatlarca 120. maddeye getirilen eleştirileri cevap vermeye değer duymayan Bakanlık; Akşam Gazetesi’nin “Nakit adaletin temelidir” başlığını taşıyan 05.10.2011 tarihli haberini, bir basın açıklaması ile cevaplamak gereği hissetti. Açıklamada özetle davanın sefahatinde alınan giderlerin işin başında alındığını ve ödeme gücünden yoksun bulunanların adli yardımdan faydalanabileceğini duyurdu.

Bakanlığın bu açıklamasından sonra barolara yapılan adli yardım başvurularında, başvuru sahipleri gider avansını ödeyemeyeceklerini, gider avanslarının da barolara gönderilen ödenekten karşılanması talebinde bulunmaya başladılar.  Ortaya çıkan karmaşada görevlendirilen bazı meslektaşlarda gider avansını baro bütçesinden ödenmesi gerektiği fikrine kapıldılar.

Adli yardım talepleri bakımından avukatlık ücretini ve yargılama giderlerini karşılayacak kurumlar farklıdır. Şöyle ki; 6100 sayılı HMK ‘nın 337. maddesi adli yardım talebinin işin karara bağlanacağı mahkemeden istenmesini hükme bağlamıştır.  Gider avansını ödeyecek durumda olmadığını ileri süren ve yargılama giderlerinin hazinden karşılanmasını isteyen başvurucu, bu talebini işin görüleceği mahkemeye/icra dairesine iletmek zorundadır.

Davanın bir vekil ile takibini isteyen başvurucu, Baro Adli Yardım bürosundan bir vekil görevlendirilmesini talep etmelidir. Baroca görevlendirilen vekilin ücreti de baro adli yardım bütçesinden karşılanacaktır. Yargılama giderleri ise 335/c gereğince gider avansı devlet tarafından hazineden ödenecektir. Bu açık hükme rağmen yargılama giderlerinin baro bütçesinden karşılanması fikrinin kabul edilebilir yanı bulunmamaktadır.

6100 sayılı HMK da avukatlık ücreti bakımından baro bütçesinin sorumlu olduğu gösterilmemiş ise de 30.03.2004 tarihli 25418 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği gereğince avukatlık ücreti barolarca ödenmektedir.  İstisnai olarak vekaletname için gerekli noter masrafı baro bütçesinden karşılanabilecektir.

Buna göre; gider avansını karşılayacak gücü olmadığını ileri süren hak sahibi, öncelikle barodan vekil görevlendirilmesini istemelidir. Şayet talebi  kabul görürse vekili aracılığıyla gider avansından muaf tutulmasını mahkeden talep etmelidir. HMK 336 madde gereğince işi karar bağlayacak mahkeme gider avansı için adli yardım talebini değerlendirecektir. Mahkemenin henüz esasa kaydetmediği bir dava ile ilgilide karar vermesi mümkün olmadığından, davanın açılması ile gider avansından muaf tutulmayı ve giderin hazineden karşılanmasını talep etmek daha uygun bur yol olacaktır.

6100 sayılı HMK nın 335/ç maddesi’nin “ücreti sonradan alınmak üzere bir avukat temini “  şeklindeki hükmü; 1086 sayılı HMUK un 466/5 maddesinin “ücreti bilahare verilmek suretiyle vekil temin olunmak” şeklindeki hükmü sadeleştirilmek suretiyle aynen alınmıştır.  Fakat Avukatlık Ücret Sözleşmesi’nin 5. maddesinin “işi kabul eden ücretin tamamına hak kazanır” hükmü ile paralel bir düzenleme getirilmesi daha yerinde olacaktır.

Akşam gazetesi haberi:  http://www.aksam.com.tr/nakit-adaletin-temelidir–71302h.html

6100 sayılı HMK nın adli yardıma ilişkin hükümleri 6100 HMK Adli Yardım hükümleri

Adli yardım yönetmeliği : Adli Yardım Yönetmeliği

Bakanlık basın açıklaması

N.Ç DAVASI VE YASA YAPMA SÜRECİ

Avukatlık mesleği ve avukat ile ilgili toplumda kemikleşmek derecesinde var olan bir kısım dedikodular/yanlış fikirler hepimizi rahatsız etmektedir. Stajına başladığı ilk günden itibaren her avukat bu fikirleri bilir bunlar ile mücadele eder, fakat bu güne kadar pekte yol alınamaz.

 

Bu yazıda doğruluğu bakımından tartışmanın bile yersiz olduğu bu fikirlerin neler olduğunu yazmak yerine bu fikirlerin nereden kaynakladığına ilişkin bir kısım fikirlerimi yazmak istedim.

 

Son alarak 2003 yılında başlanılan soruşturma ile yapılan yargılamanın basında N.Ç davası diye adlandırılması, mahkemece verilen ve Yargıtay’ca onanankarara karşı yükselen eleştiriler karşısında vardığım bazı sonuçlar, mesleğimizin neden daha itibarlı bir yere gelemediği düşüncelerime çıkış kapısı oldu.

 

Bilindiği üzere yerel mahkemece verilen ve Yargıtay’ca onanan kararda “mağdurun rızası” gerekçesi ile bir kısım sanıklar lehine uygulanan hafifletici sebepler, kadın hakları örgütleri tarafından ağır eleştiriye uğradı.  Eleştirilere, Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ de twitter daki sayfasından katılarak Kararın kendisini de rahatsız etiğini açıkladı.

 

Fakat karara imza koyan yüksek hakim Fevzi Elmas; kararın kanuna uygun olduğunu kanun gereğince kararın onandığını canlı yayında açıklayınca akademik olarak çok duyduğumuz bir sonuç kamuoyunda yeniden keşfedildi. Hukuki olmak başka kanuni olmak başka idi.

 

Peki bu kanun yapılırken bu tür durumlar öngörülmemiş miydi?  Kodifikasyon sürecine; bakanlık müşteşarları, doktrinin ileri gelenlerinin dahil edildiği komisyonlar kurulmasına, sonuç metinlerin STK ların,  Baroların ve Barolar Birliğinin görüşlerine sunulmasına rağmen garebet derecesindeki bu hatalar nereden kaynaklanmıştı. Soyut norm doğru, fakat somut neticede hata vardı. Ancak hatanın nerede olduğu araştırılmak yerine erkek egemen toplumun hatanın en büyük müsebbibi olduğu dile getirildi.

Fikrimce bir kanunun uygulayıcılar kadar tabi olanlarca da kabul görmesi gereklidir. Meşruiyet olarak adlandırılan bu durum yasanın tanımından ulaşılabilecek bir kavram.  Ülkemizde yasa yapma sürecinde hiç dikkate alınmayan bu duruma rahatlıkla yüzlerce örnek bulabiliriz. Doktorlar ın çalışma saatleri ilgili olarak yapılan düzenlemelerde benzer sorunlar yaşanmıştır.  Sağlık Bakanlığın uygun gördüğü tasarıya doktorlar ve sivil toplum kuruluşlarından yani tabi olanlardan büyük eleştiriler gelmiştir.

 

Ülkemizdeki temel yasal metinler yapılırken öncülüğü Adalet Bakanlığı ve bakanlık personeli yapmaktadır. Yasanın ilk el uygulayıcısı olan bakanlık personelinin(uygulayıcıların)  görüşleri kodifikasyon sürecinde son derece önemlidir. Ancak yasanın; tabiri caiz ise tüketicisi durumunda olan, toplumun onayı büyük ölçüde Barolar ve Barolar Birliği’ nin omuzlarına bırakılmaktadır.  Fakat bu kodifikasyon sürecinin mutfağına uygulayıcılardan başka toplumla çok daha fazla iç içe olmak durumunda olan avukatların ve hatta sosyolog, psikolog ve  kriminoloji uzmanları gibi farklı meslek dallarından uzmanların yer alması kanun metnini hem daha uzun ömürlü hem de daha faydalı kılacaktır.

Bu sayede mevzuatta sadece iki kelime ile ifade edilen “mağdurun rızası” nın  toplumda büyük tartışmalar yaratacağı, verilecek kararların en yüksek makamda eleştiriye uğrayacağı önceden kestirilebilirdi. Ana haber bültenlerinde küçüğün rızasının olamayacağını söyleyen psikolog/pedegogların görüşlerine keşke işin başında değer verilseydi.

 

Yasaya tabi olanların, başka bir deyiş ile tabi olacakların kabullenebilecekleri metinler oluşturulması hukuki açıdan olduğu kadar toplumsal açıdan da önemlidir. Zira sadece uygulayıcılara hitap eden onların görüşleri ve ihtiyaçları ile şekillenen yasalar toplumda yeni bir sınıflaşmaya neden olacaktır.  Yasa yapma sürecine katılmayan halk kendisine değer verilmediği önemsenmediği fikrine kapılacak, uygulayıcılar ise sadece kendilerinin emekleri, düşünceleri sonucunda oluşan metinler ile amaçlanan yararın sadece kendileri tarafından anlaşılacağı düşüncesi ile statülerini değerli görmeye başlayacaklar, ve suni bir sınıflaşma doğacaktır.

 

Yukarıdaki eleştirilerime “Kanunu amacı toplumsal hayatı düzenlemek ve toplumu şekillendirmektir” diye cevap verenlere ise bu görüşün en son olarak Nasyonel Sosyalizm im felsefi temelini oluşturduğunu hatırlatırım.

 

N.Ç davası gibi tartışmalı durumlarda ise tepkinin büyüğü, toplumla en fazla içli dışlı olan avukatlara yönelmektedir.

 

Türlü eleştirilerine rağmen yürürlüğe girmiş olan yasaya uymak ve uygulamaktan başka bir yol olmadığı gerçeğini kabullenen avukat ise vekilliğini yürüttüğü tarafa göre eleştiri getirecektir. Çünkü kodifikasyon sürecinde kendisinin fikri ya sorulmamış yada dikkate alınmamıştır. Bu halde mağdur vekili olan avukat kararın hakkaniyete aykırı olduğu gerçeğini söyleyecek, sanık müdafii ise kararın kanuna uygun olduğu, hakimin kanunun aksine karar verme imkanı olmadığı gerçeğini dile getirecektir. Her iki tarafta doğruyu söylemekte, ancak sınırlı muhakeme yeteneği ile somut olayın dışında değerlendirme yapamayanlar ise görev almış iki avukatın farklı görüşlerinden dolayı birisini işbilmez veya yalancı olarak itham edecektir. Sonuç olarak aksaklık avukatlık mesleğine mal edilecektir.

 

N.Ç davasında mağdurun bayan olması karşısında kadın hakları örgütlerinin tepkisi sonucu yanlışlık gözler önüne serilmiş oldu. N.Ç davasının mağduru erkek olsa idi belki tepki bu kadar büyümeyecek hakkaniyete ve bilimsel gerçeklere aykırı “mağdurun rızası” ndan kamuoyunun haberi olmayacak idi.

 

Bu tartışmanın bu güne kadar dile getirilmemiş olması çok doğaldır. Zira önceki dönem siyasi hayatımızda yasa koyucu gelişmiş ülkelerdeki mevzuatın özüne bağlı kalarak küçük değişiklikler ile ülkemizde uygulanmasını yeterli görmüştür.  Doktrinin ısrarı sonucu tamamen milli kanunların hazırlanması uygun görülmüştür. 5237 sayılı TCK ve 5271 sayılı CMK nın hazırlanması ile başlayan süreç son olarak yeni anayasa hazırlıkları ile devam etmektedir. Bu bakımdan kendi yasamızı yaparken bunu avukatlar ve her kesimden uzmanların katılımı ile gerçekleştirmek gereklidir.

 

Bu çelişkilerden doğan tepkinin en ağır kısmını yüklenen avukatlık mesleği üyeleri; en azından sonuç metinin hazırlanmasında daha etkili olmayı istemekte haklıdırlar.

 

 

 

 

 

                Resim bobiler.org dan alıntıdır.

Kamu Hizmeti, Serbest Meslek, Avukatlık Hizmeti

“avukatlık, kamu hizmeti ve serbest meslektir” Avukatlık kanunu M.1

 

1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile esasları düzenlenmiş olan avukatlık mesleği; Kanunun 1. maddesine göre kamu hizmetidir.  Kamu hizmeti kavramı idare hukukuna ait bir kavram iken; serbest meslek kavramı vergi hukukuna ait bir kavramdır. Kamu hizmetinin amacı kamunun ihtiyaçlarının karşılanması iken serbest mesleğin böyle bir amacı bulunmamakta, serbest meslek sahibinin şahsi ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla gelir elde edilmesini amaçlamaktadır.

Kanunun bu çelişkili düzenlemesi karşısında öncelikle kamu hizmeti kavramının ne olduğunun tespiti önemlidir.

Anayasa Mahkemesi kamu hizmetini, devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimleri altında, genel ve ortak gereksinmeleri karşılamak, kamu yararı ya da çıkarını sağlamak için yapılan ve topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinlikler olarak tanımlamaktadır” *

 

Buna göre doktrin kamu hizmetinin özelliklerini 4 başlıkta toplamaktadır.

1-     Süreklilik (Kesintisizlik) ve Düzenlilik,

2-     Değişkenlik (değişen şartlara göre uyarlama),

3-     Nesnellik ve Eşitlik,

4-     Bedelsizlik,

Ancak kamu hizmetinin bedelsiz olmasından; hizmetten kar beklentisinin bulunmaması anlaşılmalıdır. İdarece yürütülen hizmetlerin çoğalması ve hizmetten yararlananların sayısının artması sebebiyle hizmet karşılığı bir katılım bedeli alınması bedelsizlik ilkesi ile ters düşmeyecektir.  Zira çoğalan hizmetlerden yararlanma herkes bakımından mümkün/gerekli olmadığı gibi bazen de hizmetten yararlanma derecesi farklılaşmaktadır.  Bu sebeple hizmetten hiç yararlanmayalar da hizmetin yükümlülüğünü taşımayacaklardır. Kamu hizmetinde kar beklentisi olmadığı gibi elde edilen kazanç ile hizmetin finansmanı düşünülmeyecektir.

 

Avukatlık mesleği kanunda her ne kadar kamu hizmeti olarak öngörülmüş ise de, Kamu hizmeti tanımına uymadığ açıktır. Zira avukat yürüttüğü hukuki faaliyetin yanında şahsi ihtiyaçlarının karşılamak için de gelir etmek zorundadır. Bu doğrultuda Kanunun 1. maddesi de kamu hizmeti ibaresinden sonra avukatlığın serbest meslek olduğunu kabul etmektedir. Ancak gelir beklentisi kamu hizmeti tanımına uymamaktadır.

Gelir vergisi kanununda “Serbest meslek; sermayeden ziyade şahsi mesaiye ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin iş verene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır” şeklinde düzenlenmiştir.

Kamu hizmeti ile serbest mesleğin bağdaştığı tek nokta ticari mahiyette olmamasıdır.  Ancak serbest meslekte de esas amacın gelir temini olduğu açıktır. Zira elde edilecek bu gelirin vergilendirilmesi Gelir Vergisi Kanunu’ nda amaçlanmıştır. Elde edilen gelirin vergilendirilmesi karşısında Avukatlık mesleğinin, vergi hukuku bakımından kamu hizmeti olmadığı anlaşılmaktadır.

Avukatlık Mesleğinin;  mahiyetini tespit için 4054 sayılı Rekabetin Korunması hakkında Kanun çerçevesinde değerlendirerek daha net bir fikre sahip olmak mümkün olacaktır.

Zira bir çok mesleki yayında “avukatlık mesleği” yerine “avukatlık hizmeti” kavramının kullanılır olması karşısında hizmetin ne olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. 4054 sayılı R.K.H.K. tanımlar başlıklı 3 maddesi hizmetin tanımını yapmaktadır. Kanuna göre “Hizmet: Bir bedel veya menfaat karşılığında yapılan bedeni, fikri veya her ikisi beraber olan faaliyetleri,” dir. Bu tanımı okuduğumuz taktirde avukatlığın Rekabet Hukuku anlamında kamu hizmeti olmadığı, sadece “hizmet” olduğu açıktır.  Avukatlığın hizmet olarak kabul edilmesi ise rekabetin korunması kanunu kapsamında olduğu ve rekabeti ortadan kaldıran durumların Rekabet Kurumu tarafından bertaraf edileceği sonucuna ve yeni tartışmalara götürecektir.

Zira 4054 sayılı yasanın amacı “mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.” m.1

4054 sayılı kanunun Avukatlık Mesleği ile ne gibi ilgisi bulunduğu ve bu mevzuatın avukatlık hizmetine nasıl uygulanabileceği eleştirisi karşısında; Barolar Birliğinin av.tr uzantılı alan adı zorunluluğuna ilişkin uygulamasının Rekabet Kurumuna şikayet edildiğini hatırlatmaya gerek olmadığı kanaatindeyim.

Netice olarak avukatlık faaliyetinin kamu hizmeti kavramına oldukça uzak olduğu açıktır. Kanunun “kamu hizmeti, serbest meslektir” şeklindeki düzenlemesi de sistemin avukatlara bakışını ortaya koymaktadır. Faaliyeti yürütürken kamu hizmeti kavramının sıkı ve sert kurallarına tabidir. Ancak faaliyetin devamı için ihtiyaç duyduğu kaynakları sağlamak için herhangi bir öngörüde bulunulmamış bu konu avukatın kendi maharetine bırakılmış, faaliyet serbest meslek hüviyetine bürünüvermiştir.

Mevzuatın bu çok tanımlı ve çelişkili durumu avukatlık faaliyetine bir yarar getirmekten çok mesleği yapılması zor, riskli ve yıpratıcı bir hale getirmiştir. Avukat meselğinin yaparken memur, ücretini tahsil ederken serbest meslek erbabı (!) hüviyeti ile hareket etmeye çalışmakta, bu durum mesleği yorucu, yıpratıcı bir hale getirmektedir.

Mesleğin zorluğundan dahada vahimi kamu hizmeti ifa etmekte olan avukat düzenlediği ibranameye “BTH hariç borcu kalmamıştır” şeklinde bir şart koyması halinde cezalandırılacaktır. Zira kamu hizmeti ifa eden avukat devletin tahsil etmesi gereken harcıda gözetmek zorundadır.  Ancak tüm şartları yerine getiriken giderlerini karşılamak zorunda ve gelir/kar elde etmek zorundadır. Kamu hizmetidir düzenlemesini yapanlar avukatın maharetine güvenleri sebebiyle bu konuda düzenleme yapma gereği duymamışlardır.

Avukatlık hizmetinin kamu hizmeti gibi idealist kavramlar ile anılmasının faydadan çok zararı olduğu açıktır. Yapılacak yeni yasal hatta anayasal düzenlemeler ile mesleğin tanımının gerçekçi biçimde yapılması elzemdir.  Mesleğin tanımının ve bu tanım sonucunda tabi olduğu rejimin açıklığa çıkması biz avukatları rahatlatacağı gibi iddia karşısında savunmanında elinin güçlenmesine vesile olacaktır.

 

 

Dipnotlar

*(Şeref GÖZÜBÜYÜK, Yönetim Hukuku, Ankara- 2000, 13. Bası, s.235)

*Av.Şamil Demir  Avukatlık hizmetinin Rekabet Hukukuna tabiiyeti.    www. samildemir.av.tr