Vakıf Taşınmazın Pazarlık Yolu ile İhalesi

Mazbut ve Mülhak vakıflara ait taşınmazların neredeyse tamamı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kiraya verilerek değerlendirilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu taşınmazların kiralanmasında genellikle açık artırma yoluyla ihale yolunu tercih etse de nadiren 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nda 50 ve 51 maddelerinde düzenlenmiş “pazarlık” yoluna başvurduğu ihalelerde bulunmakta ve bu uygulama ciddi ihtilaflara neden olmaktadır.

Mazbut vakıfların bilhassa aile vakıflarının hali hazır problemli hukuki durumları bu yazının konusunu oluşturmadığından bu büyük soruna burada değinmek istemedim.

Ancak mazbut vakıflara ait taşınmazların pazarlık yoluyla ihale edilmesi beraberinde ciddi sorunlar getirmektedir. Uygulamada bu davalar ile ilgilenen meslektaşların sıklıkla karşılaştığı “pazarlık yolu ile ihale” nin en büyük mahsuru pazarlık yolu ile gerçekleştirilen ihalelerde ilan yapmak zorunluluğunun olmayışı ve ihalenin ilan edilmesinin idarenin takdirine bırakılmış olmasıdır. Bu nedenle pazarlık yolu ile yapılan vakıf taşınmazları ihalelerinde ekseriyetle ilan yapılmamış bulunmakta ve sadece iki veya üç katılımcının yer aldığı görülmekte, bu katılımcılar arasında gerçek bir yarışmadan bahsedilemektedir. Bu haliyle pazarlık yolu ile gerçekleştirilen taşınmaz kiralamaları ihaleden çok “tahsis”i andırmaktadır.

İkinci olarak bu ihale yolunda azami serbestiyet bulunması nedeniyle idarenin keyfi davranması ve üçüncü büyük mahsuru da bu serbestlik nedeniyle bürokratik veya siyasi müdahalelere açık olmasıdır.

Yazının giriş bölümünü fazlaca uzatmadan burada ilgili kanun maddelerini paylaşarak devam edeceğim. 2886 sayılı kanunun 50 maddesi:

Madde 50 – Pazarlık usulü ile yapılan ihalelerde teklif alınması belli bir şekle bağlı değildir. İhaleler, komisyon tarafından işin nitelik ve gereğine göre bir veya daha fazla istekliden yazılı veya sözlü teklif almak ve bedel üzerinde anlaşmak suretiyle yapılır.

Pazarlığın ne suretle yapıldığı ve ne gibi tekliflerde bulunulduğu ve üzerine ihale yapılanların neden dolayı tercih edildiği pazarlık kararında gösterilir

Görüldüğü üzere madde metni pazarlık yoluyla ihale yapacak idareye şekil serbestisi tanıyarak azami derece serbestlik ve genişlik tanımaktadır. Bu serbestiyet eşitlik ilkesini zedeleyen idari kararlara sebebiyet vermektedir.

Vakıflar idaresinin istinaden ettiği 51. maddede pazarlık yoluyla ihale yapılacak işler sayılırken maddenin (G) bendi:

G- Kullanışlarının özelliği, idarelere yararlı olması veya ivediliği nedeniyle kapalı veya açık teklif yöntemleriyle ihalesi uygun görülmeyen, Devletin özel mülkiyetindeki taşınır ve taşınmaz malların kiralanması, trampası ve mülkiyetin gayri ayni hak tesisi ile Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin kiralanması ve mülkiyetin gayri ayni hak tesisi,

Aynı kanunun İlan başlığını taşıyan 17. Maddesinin 5 bendi de:

5. Pazarlık usulü ile yapılacak ihaleler için idareler, ilan yapıp yapmamakta serbesttirler.

Hükmünü amirdir.

Madde metnindeki “devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin kiralanması” ifadesinden mazbut vakıf taşınmazların kastedilmediğini anlayabilmek için 1 sınıf seviyesinde hukuk ve kamu yönetimi eğitiminin yeterli olacağını açıklamaya gerek duymuyorum. Ama hukuken tasarruf etmenin kullanma, semerelerinden yararlanma ve ayni hakların naklini (satış, bağış vb) kapsayacağı, bu haliyle mazbut vakıflardaki taşınmazlarda idarenin bu haklara sahip olmadığını uzmanlığa sahip olmayan okuyucular açıklamak ve için vurgulamak istedim.  

İdarenin bu keyfi ve kanun dışı eylemi Sayıştay raporlarında da eleştirilmekte idi. Ancak uygulama bu haliyle sürüp gitmekte çoğu talipli de idare ile sorun yaşamamak adına yargı yoluna başvurmaktan uzak durmakta idi.

Vekili olarak takip ettiğim dava neticesinde; Danıştay 13. Dairesi de uygulamada gördüğü ancak temyiz yolu ile neden bilinmez önüne getirilemeyen bu uygulamaya DUR demiş ve bir avukatın görüşleri de içtihat haline gelmiş oldu.

İçtihat metnini bu yazı sonunda burada paylaşarak yazıyı bitirmeyi uygun buldum. İlgililere faydalı olması dileğiyle…

 Okuduğunuz için teşekkürler

Danistay-13

PDF Embedder requires a url attribute

ARABULUCULUK MEVZUATINDA GİZLİLİK PRENSİBİ VE KAPSAMI

6325 sayılı Arabuluculuk kanununda düzenlenen gizlilik prensibi fiili olarak neredeyse hiç çekişmeye konu olmasa da zorunlu arabuluculuğun yürürlüğe girmesi ile çokça konuşulur ve üzerinde durulur oldu. Gizlilik prensibinden faydalanarak tarafları arabuluculuğa teşvik etmeye çalışırken, arabulucular olarak bu ilkeyi çokça dile getirdik. Kimi durumlarda bu ilkeyi gereğinden fazla önceleyerek iki son tutanak tutma (son oturum tutanağı – son tutanak veya anlaşma-anlaşmama tutanağı) gibi uygulamalar halen daha da devam ediyor.

Arabuluculuk Kanunun alışkın olmadığımız tarzda açıklıklar ve boşluklar bulundurması nedeniyle özellikle eğitimci olarak görev alan arabulucu meslektaşların kimi zaman birbirleri ile kimi zamanda daire Başkanlığının görüşleri ile çelişen kişisel tercihleri veya uygulamaları “de facto-fiili” teamüller haline gelerek adeta bir norm halini alır oldu.

Ticaret Hukuku uzmanlık eğitiminde …. arabulucu eğitimcinin görüşü ile tüketici uyuşmazlıklarında uzmanlık eğitimindeki ….arabulucu eğitimcinin görüşlerindeki farklılık arabulucuların zihinlerinde bir kaosa neden olurken arabulucularda güven kaybına, endişe ve aşırı tedbirciliğe, birden fazla tutanak tanzim etmek gibi mevzuatta olmayan uygulamalara sevk ederken, arabuluculuk sürecini de taraflar için karmaşık,  banka kredi sözleşmeleri kadar çok evrak imza gerektiren bir formalite olarak görülmesine neden olduğu inkar edilemez.  

Bu noktada 6325 sayılı Kanunun 4. Maddesi ile 5. Maddesi’ni burada aktarmak faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Zorunlu arabuluculuk mevzuatına odaklanmakla üst norm-çerçeve norm durumundaki 6325 sayılı kanunu sıklıkla gözden kaçırıyor, “özel geneli mülga eder” kaidesini 6325 sayılı Kanunun tamamına teşmil etmek gibi  bir zihinsel yanılgıya düşüyoruz. Bu noktada : 

MADDE 4 – (1) Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça arabulucu, arabuluculuk faaliyeti çerçevesinde kendisine sunulan veya diğer bir şekilde elde ettiği bilgi ve belgeler ile diğer kayıtları gizli tutmakla yükümlüdür.

(2) Aksi kararlaştırılmadıkça taraflar ve görüşmelere katılan diğer kişiler de bu konudaki gizliliğe uymak zorundadırlar.

Madde metninde anlaşılacağı üzere 4. Madde de arabulucu ile birlikte tarafları da kapsayan düzenlenen gizlilik “bilgi ve belge ve diğer kayıtlar” ile sınırlandırılmış. Arabulucu tarafından düzenlenen sürecin yürütülmesine ilişkin usuli nitelikteki tutanaklar (bilgilendirme, ilk oturum, son tutanak) bu gizlilik kapsamında kabul edemeyeceği madde metninden anlaşılmaktadır.

Başlığı her ne kadar gizlilik olarak düzenlemese de 5. madde ile de bilgi ve belgelere ilişkin gizlilik ilkesi düzenlenmiş bulunuyor. Bu noktada;

MADDE 5 – (1) Taraflar, arabulucu veya arabuluculuğa katılanlar da dahil üçüncü bir kişi, uyuşmazlıkla ilgili olarak hukuk davası açıldığında yahut tahkim yoluna başvurulduğunda, aşağıdaki beyan veya belgeleri delil olarak ileri süremez ve bunlar hakkında tanıklık yapamaz:

a) Taraflarca yapılan arabuluculuk daveti veya bir tarafın arabuluculuk faaliyetine katılma isteği.

b) Uyuşmazlığın arabuluculuk yolu ile sona erdirilmesi için taraflarca ileri sürülen görüşler ve teklifler.

c) Arabuluculuk faaliyeti esnasında, taraflarca ileri sürülen öneriler veya herhangi bir vakıa veya iddianın kabulü.

ç) Sadece arabuluculuk faaliyeti dolayısıyla hazırlanan belgeler.

(2) Birinci fıkra hükmü, beyan veya belgenin şekline bakılmaksızın uygulanır.

(3) Birinci fıkrada belirtilen bilgilerin açıklanması mahkeme, hakem veya herhangi bir idari makam tarafından istenemez. Bu beyan veya belgeler, birinci fıkrada öngörülenin aksine, delil olarak sunulmuş olsa dahi hükme esas alınamaz. Ancak, söz konusu bilgiler bir kanun hükmü tarafından emredildiği veya arabuluculuk süreci sonunda varılan anlaşmanın uygulanması ve icrası için gerekli olduğu ölçüde açıklanabilir.

(4) Yukarıdaki fıkralar, arabuluculuğun konusuyla ilgili olup olmadığına bakılmaksızın, hukuk davası ve tahkimde uygulanır.

(5) Birinci fıkrada belirtilen sınırlamalar saklı kalmak koşuluyla, hukuk davası ve tahkimde ileri sürülebilen deliller, sadece arabuluculukta sunulmaları sebebiyle kabul edilemeyecek deliller haline gelmez.

Madde metni ile arabuluculuk sürecindeki beyanların, kabul ve ikrarın ve yalnızca arabuluculuk süreci için düzenlenen belgelerin delil olma özelliği olmadığı, arabuluculuk sürecine özgülenmiş neticeleri nedeniyle gizli oldukları söylenilebilir.  

Nitekim kanunun gerekçesinde de 5. Madde hükmünün 4.maddenin devamı niteliğinde olduğu daha özel ve sık karşılaşılabilecek bir durumu açıklığa kavuşturduğu açıkça ifade edilmiştir. Gerekçe kısmında ayrıca bu yasağın uyuşmazlıkla ilgili doğrudan veya dolaylı bir yargılama sırasında geçerli olduğu açıklanmaktadır ki bu gerekçe uygulamadaki bir çok endişeyi ortadan kaldıracak niteliktedir.

Bu madde metninde arabulucu tarafından düzenlenen belgelerden bahsedilmemektedir. Bunun yanında üçüncü fıkradaki anlaşmanın uygulanması ve icrası için gerekli olduğu ölçüde açıklanabilir hükmü ile de arabulucu tarafından tutulması gereken evrakların içeriği tayin edilmiş olmaktadır.

Bu açıklamaya göre 1.fıkrada 4 madde halinde sayılmış olan (katılma isteği, görüş ve öneriler, kabul beyanları ve sadece arabuluculuk için düzenlenmiş belgeler) hususlar tutanak içeriğine yazılmaması gereken kısmı teşkil etmektedir.

Yazılması gerekenlerin neler olduğu ise sürecin anlaşma veya anlaşmama ile neticelenmesine göre incelenmelidir.

Şayet anlaşmama ile neticelenen bir süreç var ise bu halde müzakere edilen konunun nelerden ibaret olduğunun yazılması şarttır. Müzakere konularının gizliliğinden dem vurularak bu konuların tutanağa kaydedilmemesi halinde dava şartının yerine getirilip getirilmediği noktasında şüpheye düşürecek eksik bir tutanak elde edilmiş olacaktır.

Sürecin anlaşma ile neticelenmesi halinde ise müzakere edilen konulara ek olarak arabuluculuk sonucu varılan neticenin de uygulanabilirlik ve icra edilebilirlik açısından  gerekli olduğu hem madde maddenin 3. fıkrası gereği hem de mantık kuralları gereği gizlilik kapsamında değerlendirilemeyecektir.

Nitekim uyuşmazlığa ilişkin müzakere başlıklarının tutanağa eksik yazılması veya anlaşma şartlarında ihtilaf bulunması halinde mahkemelerin arabulucudan, arabuluculuk dosyasının tüm suretini celb etmek istemeleri sıklıkla rastlanılan bir durumdur. “Mahkemenin bir kararı ile kabir bile açılır” kıyaslaması ile dosya suretleri gönderilmekte ise de; bu durum 5. Maddenin 3. Maddesinin “Birinci fıkrada belirtilen bilgilerin açıklanması mahkeme, hakem veya herhangi bir idari makam tarafından istenemez” hükmüne açıkça aykırı bir durumdur.

Mukayeseli hukuk bakımından çok araştırma yapamasam da Almanya arabuluculuk uygulamasında, varılan anlaşmanın uygulanabilmesi için gerekli gerekli hususlar gizlilik kapsamının dışında tutulduğu bilinmektedir.

Arabuluculuk uygulamasının esnek, formaliteden uzak bir çözüm metodu olduğunu gözetilerek sürecin yürütülmesinin doğru olduğu kanaatindeyim.

Arabuluculuk görüşmesi öncesinde hazırlanmış en az 4 sayfadan ibaret bilgilendirme tutanağı gibi imza eden tarafından süreç esnasında okunması mümkün olmayan belgelere son tutanak son oturum tutanağı anlaşma belgesi gibi yeni yeni belgeler ilave etmenin pratikte iki mahsuru oluşmaktadır.

İlki katılımcı okumadan imza ettiği bu belgeler nedeniyle formalite bir süreç ile karşı karşıya olduğunu düşünmekte ve inancını kaybetmekte, arabulucu ise süreci yönetmek uyuşmazlığın esasına odaklanmak yerine bu belgeleri tamamlamayı önemser ve önceler bir fikre itilmekte, neticeten süreç heba edilmektedir.

Bu bakımdan nadiren karşılaşılmış olan ve tekrar karşılaşılması imkan dahilinde olmayan bir aksaklık nedeniyle sisteme faydasız yeni belgeler yeni imzalar ilave etmek süreci işlemez hale getirmektedir.

Kaldı ki gizlilik ilkesi bakımından genele teşmil edilecek bir aksaklık ta yaşanmamıştır. Bir arabulucunun gizlilik ilkesi dışında öncelemesi gereken onlarca meseleye odaklanması çok daha faydalı olur kanaatindeyim.

Ruhsat Töreni

Stajyer Avukat mesai arkadaşımız Sayın Ahmet Kifteci stajını başarı ile tamamlayarak avukatlık ruhsatnamesini Baro Başkanımız Av. Turgay Şahin’in elinden aldı.


Meslektaşımız Av. Ahmet Kifteci’ye meslek hayatında başarılar dilerim.

Ankara Ziyareti

Covid19 musibetinden sonra zaman mı daha hızlı akmaya başladı yoksa yoğun tempoda çalışmayı unutup süratli iş yapma yeteneklerimiz mi kayboldu bilemiyorum.

Henüz bir kaç gün gerçekleştiğini zannettiğim ve gecikmeden safyamda paylaşmayı istediğim ziyareti yazmaya koyulduğumda zamanın ne denli hızlı aktığının farkına varabildim.

23.12.2020 tarihinde Yönetim Kurulumuzla birlikte gerçekleştirdiğimiz Ankara ziyaretinin faydalı geçtiğini söylemek iyiniyetlilik olmaz herhalde.

Adalat Bakanlığı’nı ziyaretimizde bizleri kabul eden Bakan Yardımcımız sayın Av. Zekeriya Birkan; gündemdeki demokratikleşme paketi ile avukatların UYAP üzerinden haciz kaldırabilme yetkisine kavuşacaklarını, harçların basitleşeceğini, İcra iflas kanunundaki istihkak prosedüründe değişiklikler olacağı e-duruşma uygulamasının yaygınlaşacağı gibi bir çok müjdeler verdi.

Akabinde bizleri kabul eden Bakanımız Sayın Abdülhamit Gül beyefendiyi ziyaret etme imkanımız oldu.

Geçmiş dönemler Baro Başkanlığı görevini üstelenmiş olan, benimde 3.5 yıl aynı büroda çalışma imkanı bulduğum meslek üstadım Sayın Celal Mümtaz Akıncı’nın; Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na seçilmesi nedeniyle hayırlı olsun ziyaretinde bulunduk. Candan konukseverliği ile bizleri ağırlayan sayın başkanımıza yeni görvinde muvafakiyetler diledik.

Anayasa Mahkemesi’ndeki hayırlı olsun ziyaretimiz sonrasındaki adresimiz Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı idi. Ziyaretimizde Başkan Av.Metin Feyzioğlu ile yönetim kurulu üyeleri Av. Ünsal Toker , Av.Sabiha Tekin, Av.Sabri Erdal Güngör bizleri ağırladılar.

Deniz Hukuku ve Mavi Vatan Doktrini

Ülkemizde korona virüs kadar olmasa da ona nispetle önemli bir gündem teşkil eder hale gelen kavramlara kavuştuk.  Daha önce çok dikkatimizi çekmeyen  Münhasır Ekonomik Bölge, (MEB), Navtex, Kıta sahanlığı gibi yeni kavramlar… Bu kavramlarında gündem de çokça yer tutmalarının nedeni,  oluşturdukları endişeler…

Deniz Hukukunun konusu olması nedeniyle bu kavramlara ilişkin bir çalışma ilk bakışta faydasız gibi görünebilir. Ancak bizler için kutsal olan “Vatan” mevhumuna;  deniz ülkesinin de dahil olduğunu, vatan toprağı nasıl kutsal ise Mavi Vatan diye tabir edilen denizlerimizin de aynı derece kutsal olduğu kabul den bizler için bu kavramların önemi inkar edilemez.

Ancak kutsal vatan suyumuzun sınırlarının;  kara sınırları gibi net ölçülerle belirlenmesi en azından bu gün için kolay değil. Bu sebeple Vatan Sularının belirlenmesi için karasuları, münhasır ekonomik bölge , kıta sahanlığı, gibi egemenlik konusu tasnifin hukuki olarak izahı zorunlu bir hal almış bunuyor . Bu sebeple bu yazıda uluslararası kriz haline gelen Doğu Akdeniz meselesine konu kavramları hukuki açıdan kısaca irdelemeyi amaçladım.

Deniz Hukuku’nun kaynakları örf adet ve uluslararası anlaşmalardır. Karasularının belirlenmesinde Birleşmiş Milletler 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi ‘nin  5-7 maddelerince belirlenen hattın gerisi,  iç sular olarak belirlenmiştir.  İç sular olarak tasnif edilen bu kısım tam bir egemenlikten bahsetmenin mümkün olduğu deniz alanlarıdır.

Karasuları ise devletlerin kara topraklarına bitişik olan, uluslararası Hukuk kurallarına göre kendi belirleyeceği ve esas hattın azami 12 mile kadar olan mesafedeki sulardır. Karasuları da iç  sular gibi tam bir egemenlik hakkının geçerli olduğu deniz alanlarıdır. Dolayısıyla deniz ülkesi;  iç sular ve karasularının bütünüdür.

Son dönemde sıkça rastladığımız Kıta sahanlığı ise Karasularının ötesinde Azami 200 mile kadar uzanan deniz alanlarını ifade etmektedir ki bu alanlarda devletlerin yetkileri daha sınırlı olsa da gümrük vb alanlarda oldukça mühim yetkileri bulunmaktadır.

Son dönemin en popüler kavramı ise şüphesiz (MEB)  Münhasir Ekonomik Bölgeler. Bu kavram 60 lı yıllardan sonra literatüre girmiş nisbeten yeni bir kavram. İngliizce terminoljide (EEZ) “Exclusive economik Zone” olarak yer bulan bu terimi Türkçemize Özel Ekonomik Alan olarak birebir tercüme etmek mümkün.

Münhasır Ekonomik Bölge Kıta sahanlığı içerisinde ilan veya anlaşma yoluyla kazanılan,  deniz yatağı, toprak altındaki kaynaklar bakamından ilan eden devlete hak ve yetkiler veren alanlardır. Münhasır Ekonomik bölge kavramı esasen ekonomik ve hukuksal bir anlam taşımaktadır. Kıta sahanlığı kavramından çok daha geniş uygulama alanı bulunmaktadır. Ancak gündemde bu kadar çok yer işgal etmesinin sebebi şüphesiz ki Doğu Akdeniz’in zengin hidrokarbon yatakları ile bu yataklar üzerindeki hak sahipliğinin tespitinde önemli bir kavram olması.

Münhasır Ekonomik Bölge olarak ilan edilen yerlerde ise diğer devletlerin deniz ulaşımına, İletişim kablolarına ve enerji nakil hatları tesisine ve bilimsel araştırmalara müsaade etmek ve engel olmamak yükümlülüğü mevcuttur.

Bu itibarla MEB içindeki çalışmalar sırasında zararsız geçiş hakkı gibi uluslararası hukuktan kaynaklı haklarını kullanan deniz araçlarının güvenliği amacıyla NAVTEX olarak adlandırılan (Navigational  Telex) uluslararası haberleşme -bilgilendirme sistemi ile duyuru yapılması yolu tercih edilmekte bu suretle MEB üzerindeki uluslararası hukuk kaynaklı egemenlik haklarının kullanıldığı da vurgulanmaktadır.

MEB ilan devletin bu alanı kara ülkesine bitişik azami 200 mile kadar olan içiresinde bulunması zorunludur.  Bu alanın belirlenmesinde ana karanın dikkate alınması zorunlu olup anakara statüsünde olmayan adalara ilişkin kıta sahanlığı kıta sahanlığı ve MEB tanımlanması uluslararası hukuk bağlamında geçerli bir iddia değildir. Batı Komşumuz Yunanistan devleti ile yaşanan ihtilafın temelinde Yunan adalarının kıta sahanlığının varlığı iddiası yatıyor.

Zira İngiltere Fransa Manş denizi ihtilafı, Romanya Ukrayna İhtilafı, Libya malta ihtilafı,  Eritre yemen ihtilaflarının tamamında Uluslararası Adalet divanı adaların kendi başına kısa sahanlığı ve MEB ilan edemeyeceğini hükmetmiştir.

Yunanistan’ın asılsız iddialarını desteklemek amacıyla AB tarafından İtalya’nın Sevilla Üniversitesine hazırlattırılan çalışma sonucu ortaya konulan harita ile Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarını gösterir harita da Yunanistan’ın iddialarının kabul edilemez iddialar olduğu net olarak görülmüştür. Zira bu haliyle uygulanmasının mümkün olmadığı Yunanistan’a ait olan ancak haritada dahi görünemeyecek kadar küçük yüzölçümüne sahip ada parçacıklarına dayanarak ülkemizi Akdeniz’e çıkamaz bir hale getireceğini adeta mizahi bir biçimde ortaya koymuştur.

Sevilla Haritası isimle empeyalist harita

Ülkemiz dahilinde ve aleyhine yayın yapabilen dış mihrakların güdümündeki bazı yayın organlarında kara propaganda amacıyla Doğu Akdeniz Münhasır Ekonomik bölgemizde yaptığımız faaliyetlerimizin kanunsuz, hukuksuz olduğu iddiaları tamamen kara propaganda amaçlıdır.

Mavi vatan sınırlarımızda en küçük bir ihtilaf veya başa devletlerin haklarına tecavüz etmek gibi bir niyet bulunduğunu iddia etmek hukuki gerçeklerden uzaktır. Ancak başka devletlerin mavi vatan hudutlarımıza tecavüz girişimleri de millet olarak karşısında durulması gereken emperyalist girişimlerdir.

Bu itibarla ülkemiz MEB ilanını Birleşmiş Milletler nezdinde gerçekleştirmiş ve son olarak meşru Libya Ulusal Mutabakat hükümeti ile yapmış olduğu anlaşma ile deniz sınırlarında en küçük bir şüphe bırakmayacak şekilde tüm uluslar arası metinlere ve teamüllere uygun olarak tespit ve ilan etmiştir.

Mavi Vatan Doktrinini uluslararası deniz hukuku bağlamında okyanusta bir damla kabilinden özetlemeye çalıştıgım bu yazıda Mavi Vatan Doktrini il ortaya koyan ve hem görev yaptığı kurumlarda hemde akademik çalışmaları ile devlet politikası haline gelmesinde büyük emekleri olan Tümamiral Doc.Dr. Cihat Yaycı komutanımızdan ve emeklerinin kıymetinden söz edilmese yazı eksik kalırdı muhakkak…

En küçük bir şüphe dahi barındırmayan 462.000 KM2 lik Mavi Vatan sularının tespitinde MAvi Vatan Doktrini hukuken makbul temelleri olan tutarlı, karşı tezler veya ülkeler arası hasmane birliktelikler ile geçirsiz kılınamayacak güçtedir.

  • Yazı AfyonBaro dergisi eylül- Ekim sayısında yayınlanmıştır. http://www.afyonbaro.org.tr/e-dergi

Kaynakça

-Nuray KARAPINAR  Birleşmiş Milletler Denizhukuku Sözleşmesi Ve deniz Alanlarına İlişkin Bazı avramlar

-Doğu Akdeniz’in Paylaşımı Mucadelesi ve Türkiye, Doç Dr Cihat Yaycı

  • Uluslararası Deniz Hukuku Prof.Dr. Hakan Karan